kartpostallar_kapak Osmanlı’dan Cumhuriyete Kadınlarımız

Müslüman ve Katolik Arnavutlar, Ermeniler, İzmirli Romanlar, Bosnalılar, Kürtler, Selanikli Yahudiler, Makedonyalılar, Mardinli “fransisken” rahibeler, Piyer Loti’nin göz bebeği “Türk hanımları”, Kemalist dönemin çağdaş siluetleri… Kartpostallarda görüntülenen tüm bu kadınlar, hemen ilk bakışta inanılmaz çeşitlilikte bir egzotik şölen oluşturmakta.

Sadece bu mu?

Türk edebiyatına geniş bir yer ayıran Bleu Autour Yayınlarından çıkan bu güzel kitap, Osmanlı İmparatorluğunun, Balkanlardan Kafkasya’ya kapsadığı Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan topluluklarını yeniden canlandırıyor. Bunu da 1880 ila 1930 yılları arasında altın çağını yaşayan ‘sosyal medya aracı’ ve ‘twitterin atası’ kartpostallarda kadın olgusunun temsili yoluyla yapıyor… Tarihçi Christine Peltre, özel bir koleksiyondan alınmış 200 kadar kartpostal derlemesini kavramlaştırarak, ona yabancı gezginlerin anlatılarının da ışığını tutuyor. “İçerden” bir bakış açısıyla sonsöze imza atan Liz Behmoaras ile birlikte, okuru “batının” bakış açısını sorgulamaya ve Osmanlı çoğulculuğunun giderek silinip yok oluşunu gözlemlemeye davet ediyor. Bu kitap aynı zamanda, çağdaş Türkiye’nin ilk yıllarından günümüze değin, Türk kadınının özgürleşme hareketiyle ataerkil geleneklerin çatışmasını anlatmayı hedefliyor.

Biyografi ve roman yazarı Liz Behmoaras, Osmanlı’dan Cumhuriyete Kadınlarımız, kitabına bu son sözü hem “içerden” bir bakış yöneltebileceğine inandığı için yazdı hem de onu sadece bu güzel kitaba değil, şimdiye kadarki biyografik çalışmalarına da bir nevi sonsöz olarak gördüğü için…
Zira Kimsin Jak Samanon, Mazhar Osman Kapalı Kutudaki Fırtına, Bir Kimlik Arayışı Hikâyesi ve Bir Kadın Bir Dönem Suat Derviş başlıklı biyografilerinde, hep geçiş dönemlerine has kimlik çatışmaları yaşayan kahramanları incelemeye, anlamaya ve anlatmaya çabaladı. Özellikle, en son biyografi kahramanı Suat Derviş’in, bu kimlik çatışmalarını adeta doruk noktasına taşıdığı söylenebilir. Kendisi Osmanlı aristokrasisine ait varlıklı bir ailenin kızı, gözü pek bir gazeteci, ünlü bir yazar, güzel ve çapkın bir kadın ve Türkiye Komünist Partisinin birkaç kez tutuklanıp hapis yatmış faal bir militanıydı. Ait olduğu sınıftan manen kopmadan kendini işçi sınıfına adamak ve ondan kabul görmek istiyordu. Bir Cumhuriyet kadını olarak yaşayıp öldüyse de çocukluğunda konuşmuş olduğu ilk dil/diller Fransızca ve Almancaydı ve gençliğinde çarşaf giymişti. Çocuk denecek yaşta hayatını kazanmaya başlamış olmasına rağmen “saraylı” annesinin yaşam boyu hiçbir iş yapmadan oturup hizmet görmesini doğal karşılıyor, hatta bununla övünüyordu. Osmanlı’dan Cumhuriyete Kadınlarımız’ın yaşadıkları çelişkileri belki de en iyi kendisi anlayabilirdi.

Bundan dolayıdır ki yazarın en sevdiği biyografi kahramanı Suat Derviş, adının geçtiği “Gelenekle Çağdaşlık Arasında” başlıklı bu son sözden geriye dönüp kitabın barındırdığı tüm görüntülere ve anlatılara muzipçe göz kırpıp anlayışla gülümsemektedir.